05 Mayıs 2024 - Pazar

Şu anda buradasınız: / Veteriner Hekim Gözüyle Bir Deprem Serencamı
Veteriner Hekim Gözüyle Bir Deprem Serencamı

Veteriner Hekim Gözüyle Bir Deprem Serencamı Kemal Akın

7.7 ve 7.6 şiddetinde iki deprem ve ardılları 6.4 ve 5.8 hayatlarımızı nasıl değiştirdi birden. Büyük yıkımlar, sallantılar, bağrışmalar, perişanlıklar, o kadar insan topluluğuna rağmen müthiş bir yalnızlık hissi, çaresizlik, acizlik, ölüler, yaralanmalar, örselenmeler, ”devlet nerede”ler,”kimse yok mu”, ”sesimi duyuyorsan üç kere vur”lar, yakınının canlı çıkma ihtimali kalmayınca hiç olmazsa cenazemi bulup ta gömebilir miyim hesabını yapanlar, yakınlarını toplu mezar yerlerinde, kefen yerine bulabildiği  çarşafla, battaniye ve hatta deprem öncesi kocasıyla güya eski perde yüzünden tartışıp yine de onu ikna edip aldırdığı  yeni perdeyle kefenleyip son kez yakınının cenazesine bakıp gusül yerine toprakla teyemmüm yaptırıp iş makinasının kepçesine teslim edenler ve daha kayıtlı, kayıtsız nice iç parçalayıcı hikayeler…

Bunları ve burada satırlara dökülemeyenlerden daha fazlası yaşandı deprem bölgesinde aslında. Kendimizin ve yaratıcımızın idrakine varmak, varabilmek, kul olduğumuzun yani acz içerisinde olduğumuzun şuuruna varmak daha kolay oldu deprem esnasında ve sürecinde. Bu hakiki uyanışın daha ne kadar süreceğini ve ne kadar hayatımıza ilk canlılığıyla hakim olacağını kestirmek kolay değil. Hani bir ayette gemiye binip dalgaya tutulan ve bu esnada dini Allah’a has kılanlar, karaya çıkınca, selamete ulaşınca tekrar eski ortak koşmalarına, hayat düzenlerine hiç Allah yokmuşçasına devam edenlerden bahsedilir ya, o yüzden bu hakiki uyanış ve silkinme sürecin aynı canlılığıyla devam etmesi zor gibi görünüyor.

Bir söz vardır ya, “Afetü’l-insan, nisyan” “İnsanın afeti unutmaktır.” Unutuyoruz, ama afetimiz oluyor bu bazen. Nice depremler yaşandı ülkemizde. İlk etapta çok söz verdik unutmayacağız diye. Ona göre tedbirler alacaktık milletçe, inşaatlarda usulsüzlüklere izin vermeyecektik, bağış yaptırmayacaktık müteahhitlere bir yerlere. İşimizi milletçe güzel yapacaktık. Güzel yapmayanları uyaracaktık. Geçit vermeyecektik yanlışlıklara. Ben zannetmiyorum ki imar mevzuatı depreme dayanıksız yapılara onay versin. Hele 21.yüzyılın ilk çeyreğinde globalleşen dünyada her şey usulüne uygun insan ve doğa refahını öne çıkaran ve kollayan bir mevzuat manzumesiyle donanmıştır. Ama mevzu o değil, adeta mevzu(yu) at farklı. Ah insanoğlu, türdaşımız bazen kendini ihya ediyorum sanırken insanlığımızı tüketiyor. Her şeyi altüst ediyor, bizi de toplumca alt üst ettikleri gibi. Birbirimize ediyoruz işin aslına bakılırsa.

Kendimize araba alırken bile görünüşü çok güzel olsa bile yine de ekspertiz raporunu şart koşuyoruz. Evde kaldığımız süreye göre çok daha kısa kaldığımız arabalarımızda klima eksik olmazken yaşantımızın büyük bir kısmını geçirdiğimiz evlerimizde klima yok çoğunlukla. Eve bakış açımız bu, verdiğimiz önem de o kadar maalesef. Çok dar ve kısıtlı tamamen göze, görünüşe hitap eden bir durum. Kolonda ya da kirişte şu kadar sağlam demir kullanılmış onu düşünen, hesaba katan yok.  Acaba evin sağlamlığına bu kadar önem vermeyişimiz, atalarımızın zamanında çok ta şatafatı ve gösterici olmayan çadırlarda(otağ ya da yurt) kalmasıyla ilintili olabilir mi? Belki de geleneksel kodumuza böyle işlendi ve nesiller boyu bu şekilde de tevarüs etti. Atamız ata önem verirdi, biz de arabaya. Ne ilginç bir saptama değil mi?

Neyse, depremin 8. günü bölgeye gittik, Antakya, Kırıkhan, Belen, Arsuz ve İskenderun. Daha çok İskenderun’da kaldık. Gerek yaralanmış, hastalanmış ya da depresyona girmiş bilhassa evcil hayvanlara biraz olsun yardımcı olmaya çalıştık. Çoğu yer yıkıldığından ya da meslektaşlarımızın çoğu kendi can ve mal derdiyle uğraştığından kapalı kliniklerin ve pet shopların işini görmeye çalıştık hasbelkader. Kedi-köpek maması, balık yemi dağıttık.

Kırıkhan’da bir köye enkaz altında kurtarılan buzağı dana ve  ineklere tedavi ve takviye yaptık. Maalesef kurtarılamayan danalar da vardı. Köydeki depremzede birisi o gece kangal köpeğinin deprem öncesi bir iki dakika önce sanki zincirini kırarcasına şiddetli bir şekilde havlamayla kendisini uyardığını, acaba hırsız mı geldi, hayvanları çalmaya diye dışarı çıktığını ve bu esnada şimşek gibi bir parlama olduğunu ve depremin başladığını ifade etti.

İskenderun’da mobil bir araçta veteriner hizmetleri vermeye başladık. Tabi sadece depremi insanlar yaşamadı, kediler, köpekler, muhabbet kuşları, akvaryumdaki balıklar, ahırdaki danalar, ağıldaki kuzular yani canlı namına ne varsa hepsi yaşadı hamam böcekleri bile. İşin en enteresan tarafı bilhassa köpeklerin çoğunluğunun sahiplerini uyarması idi. Özellikle İngiliz cocker, pekinez, kaniş, terrier özellikle Yorkshire terrier  ırkları. Depremden iki üç dakika önce hiç adetleri olmadığı halde şiddetli bir şekilde havlama, kapıya yönelerek tırmalayarak dışarı çıkma isteği karşısında sahipleri de ne yapacağını bilemez. Deprem aklından geçmez bile. Ben, belki tuvalet ihtiyacı hasıl olmuştur o yüzden çıkmak istiyordur dediğimde, “Doktor bey, öyle bir ihtiyacı olduğunda beni paçamdan sürükler kapıya doğru” dedi. Resmen köpekler kendi canının derdindedir sahibi onu dinlerse ne ala.

Bu deprem esnasında anne, baba çocuklarının yanına gidip onları öncelikle kurtarmaya çalışırken kedisi ya da köpeği olan çocuklar da o hayvancıkları kurtarma telaşına düşmüşler o muazzam uzun geçen 1.5 dakika içerisinde. Ya dolabın gerisine düşmüş Minnoş’unu ya da karyolanın altına girmeye çalışan Tarçın’ını kurtarma telaşında olmuşlar. Anne baba bizle ilgilenmeyip kedisini köpeğine önceleyen çocuklarından biraz şikayetçi gibiler. Böyle birçok olayı bizzat anne, baba ve çocuklarından dinlemiş oldum.

Bu şekilde köpeğinin ikazına uyarak dışarı çıkanlar depremi dışarıda yaşadılar, büyük bir şaşkınlıkla. O yüzden onlara çok minnettarlar. Gerçi bizim görüşebildiklerimiz, hayvanlarının ikazına kulak verip te dışarı çıkmayı becerebilenlerdi ya da bu ikaza biraz gevşek davranıp ta zelzelede evi yıkılmayanlardı.

Kedileri de o gece sahiplerine  gerekli uyarılarını yaptılar. Gerek miyavlamalarıyla gerek yatakta sahiplerinin üzerine atlayıp bir şeyler yolunda gitmiyor diye uyarılarda bulundular. Bu haklı uyarılara gafil kalmayanlar, kurtuldu. Ya gafil kalanlar ya da onca ikazlara rağmen hala ısrarla gafil kalmaya devam edenler kendilerine yazık ettiler.

Bana bu hadise Rabbimin sürekli ikazına  kulak arkası edenleri hatırlattı. Aslında bu ikazlara zamanında cevap verseler, ona göre hayatlarını bu uyarı doğrultusunda düzenleseler onların lehine bir durum tahakkuk etmiş olacak. Rabbimizin bizden istediği yine bizim iyiliğimiz için. Ama biz daha iyi biliyoruz ya rabbimizden. Kafamıza göre takılıyoruz. Ama bocalıyoruz, şaşırıyoruz. İnsanız işte. Neden yaratıldığımıza bakmadan apaçık hasım kesiliyoruz Rabbimize. Rabbim bize  akıl fikir versin.

Tekrar eve girmek istemeyen Oscar isimli Pekinez ırkı bir köpek beni çok şaşırttı. Yıkılmamış ve hatta deprem sonrası da sağlam raporu almış evine gündüz vakti girip bazı ihtiyaçlarını görmeye giden kişi köpeğini içeri sokmakta hayli zorlanıyor. Eve zorla soktuğu köpeğinin gözünün kaydığını, dilini yana sarktığını hatta ölecekmiş gibi davrandığını ama hemen sonra deprem görmüş evden çıktığında tekrar hiçbir şey yokmuşçasına fıldır fıldır döndüğünü birden kendine geldiğini ifade eden bayana sizi depremden iki dakika önce uyaran köpeğinizin duyguları, endişeleri ve korkuları olabileceğini , yaşadığı o deprem telaşını tekrar yaşamak istemediği için de o eve girmek istemediğini o yüzden böyle semptomlar gösterdiğini, tedavisinin de o eve girmemek olduğunu ifade ettiğimi tatlı bir anekdot olarak anlatmış olayım.

İnsanlarda şöyle bir gariplikle karşılaştım. Anasını, babasını, yeğenlerini, çocuklarını ya da yakınlarını, komşularını enkaz altına teslim eden insanlar bu kayıplarını çok rahatlıkla ifade ediyorlar ve bir üzüntü emaresi ya da burnunun direğinin sızlaması diye bir şeyler olmuyor. Alelade bir olaymış  gibi sanki basit bir mesel anlatıyormuşçasına diziliyor olaylar önüme. Ya biz öyle zannediyoruz ya da hala olayın şokundalar ve gerçeklerle, gerek candan gerekse de maldan büyük kıyım ve yıkımın yaşandığı bu realiteyle yüzleşmek istemiyorlar. Duygularını erteliyorlar sanki. İyi görünmeye gayret sarf ediyorlar. Ne zaman gerçeklerle yüzleşecekler bilemiyorum, belki biraz zamana ihtiyacımız var. Rabbim hepimize yardım etsin ve süreci hep birlikte atlatalım.

Son kelam olarak şunu ilave etmek isterim eğer HAK’sızlıkla karşılaşırsanız,  bilin ki HAK’tan uzaklaştığınız içindir. HAKK’ı ister cenab-ı rabbü’l-alemin olarak ele alın, isterse de hak, hakikat, doğru olarak alın, HAKİKAT değişmez.

 

Necip Fazıl’ın “Tabut” şiirinden iki dörtlük:

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu;

Baş tarafı geniş, ayak ucu dar.

Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu

Yarın kendileri dolduracaklar

Ölenler yeniden doğarmış; gerçek!

Tabut değildir bu, bir tahta kundak

Bu ağır hediye kime gidecek,

Çakılır çakılmaz üstüne bir kapak

 

Cahit Sıtkı Tarancı’nın meşhur “Otuz Beş Yaş” şiirinden bir beşlik:

Neylersin ölüm herkesin başında,

Uyudun uyanamadın olacak.

Kim bilir nerde, nasıl ve kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında.

 

Şairlerimiz bu depremi yaşasalardı ve cenazeleri tabutsuz, kefensiz ve musalla taşına konmadan defnedilenleri görselerdi artık musalla taşındaki bir namazlık saltanatın da hükmünün kalmadığını ifade ederlerdi, kim bilir.

 

                Değil bir namazlık saltanat musalla taşında

                Bana cenazemi bulun ağlıyayım başında

                Evladım göçük altında kaç yaşında

                Kaç gün oldu çıkmadı enkaz başında.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul